9 Ağustos 2012 Perşembe

Yalnızca erkeklere ceza bir ırkçılık uygulamasıdır


(Rahmetli abimin yakında yayınlanacak Fair Play Yemin İstemez kitabından bir alıntı daha... 2008'de bu ırkçı yaklaşımı yapmayın diye çağırmış federasyon yönetimini. Bir klasik, umursamadılar bile. İşin enteresanı, bu uygulamadan en çok mağdur olan, suça karışmamış, hatta ceza alınan maça gitmemiş olan taraftarlardan da çıt yok, mağdur taraftarın hakkını savunmak zorunda olan yönetimlerden de.. Bakalım bu çağdışı uygulama ne zaman kalkacak) 

Erkek Taraftarlara Değil, Kulübe Ceza
Futbol federasyonu “seyircisiz maç” cezaları konu­sunda kendisi de çok rahatsızlık duyuyor. “Seyircisiz maç” cezası verirken neredeyse mahcup oluyor. “Seyirci­siz maçın tadı tuzu olmuyor” eleştirisi karşısında yanak­ları kızarıp, boyunları bükülüyor…
Bu konuda eleştirilere sağlam bir karşılık verebilen; hem futbol yönetimi anlayışı hem de hukuki gerekçeler bakımından dik bir duruş gösterebilen federasyon çıkma­dı…
Seyircisiz futbolun düşük atmosferli, sönük havası­nın zaten tamamen cezadan kaynaklanan olağandışı bir durum olduğunu, şiddetsiz bir futbol için gerekirse coş­kusuz maçlara razı olunacağını kimse söyleyemedi…
Kendi verdiği seyircisiz maç cezaları karşısında ceza alan kulüpler bile futbol federasyonu kadar sıkıntıya düş­medi. Her seyircisiz maç cezası, en çok futbol federas­yonunda bu cezadan kurtulma isteği yarattı…Gerekçe: “Futbolun havası kaçıyor!” ve peşi sıra dayanağı belirsiz ama şimdiye kadar her alanda bütün muhataplarını hır­palayan klasik bir de niteleme “Böyle cezalar çağdışı…”
Futbol Federasyonu da eleştirilere hak veriyor olsa gerek, bazı maçların yalnızca kadın ve çocukların izleme­si yönünde düşünceler geliştirildiğini açıkladılar…
Böyle bir çözüm yaklaşımı, federasyonun futbol şiddetinin önlenmesinde neyi yanlış yaptığını kendile­rinin de hala anlamadıklarını gösteriyor…
Türk futbol yönetiminin klasik yaklaşımı olan “orta yolu bulma” tekniğinden uzaklaşamıyorlar: Görmüyorlar ki çağdaş ve şiddet üretilmeyen bir stad­yum yönetimi anlayışı ve organizasyonu geliştirilme­dikten sonra verilen/verilecek şöyle veya böyle cezala­rın hiçbir önemi yoktur.
Orta yolu bulma anlayışı, (buna zekice uyarlama­lar yapmak da denilebilir) futbol şiddeti ile mücadele­yi çok yıllar boyunca engelledi.
Güçlüleri daha az, güçsüzleri daha çok düzenle­yen yönetimlerin başlıca uygulama kabiliyeti de zaten yalnızca güçlülerle orta çizgide buluşmak, objektif bir haklar ve sorumluluklar yapısı yerine, bir taviz den­gesi yaratmaktır.
Orta yolculuk yüzünden çağdaş bir şiddetle mücadele yaklaşımı da geliştirilmedi, stadyum yönetimi felsefesi de... Yasanın ruhunda çağdaşlıktan sapmalar vardı, yararı olamazdı, olmayacaktı, olmadı.
Çünkü taraftar algısı ve tanımı konusundaki çarpık düşünce yerli yerinde duruyor (ve dolayısı ile de korunu­yor), kulüp yönetimlerini stadyum yönetimi konusunda bütün detayları ile birlikte sorumlu tutamama kaçınma­cılığı da…
Seyircisiz maç cezası yerine kadın ve çocuklara açık “hafifletilmiş” ceza girişimi bunun kanıtıdır: Yıllar yılı “Taraftarlar homojen ve bütünleşik bir organizma değil­dir, taraftar kitlesi birbirinden apayrı kimliklere, davra­nışlara sahip bireylerden oluşur.” diyoruz, futbol fede­rasyonları ise taraftar kitlesini hep birlikte hareket edip hep birlikte suç işleyen bir kitle gibi görmekten vazgeç­miyor… Yalnızca erkeklere maç izleme yasağı getirmeyi öngören düşünce bir önyargısını da dolaylı bir tez olarak ortayla koymaktadır: Tüm erkek taraftarlar suçludur!
Yani, şiddet yasasının getirdiği yegane gelişme de boşa gitmiştir: Suç işleyen, davranış kurallarını çiğneyen bireyler tespit edilerek hiç tolerans gösterilmeksizin stad­yumlara girişlerinin engellenmesinden ise tüm erkekle­ri cezalandıran toptancı anlayış hüküm bulacak ise tüm stadyumlara yerleştirilen kameraların ve güvenlik mer­kezlerinin hiçbir manası yoktur.
Maçların tüm erkeklere yasaklanması hukuk dışı ve açık bir ayrımcılık, dolayısı ile de ırkçılık uygula­masıdır: Kulübün ceza aldığı maçta olumsuz bir dav­ranış göstermeyen taraftarın haklarının kısıtlanması nasıl açıklanabilir? Ya o gün maçta bulunmayan bir taraftarın suçlu muamelesi görerek hakkının çiğnen­mesi? Bir maça gitmek için illa ki o takımın taraftarı olunması gerektiğini kim koşul olarak ne hakla koy­muştur. Desek ki kulübü hiç ceza görmemiş ancak başka takımı tutan “iyi davranışlı” bir erkek futbolseverin maça gitme hakkını kim ne hakla gasp edebilir?
Futbol Federasyonu bir yandan futbola kaynak ve yö­netim kalitesi kazandırmaya çalışırken, kötü davranışlı ve olumlu davranışlı taraftarı ayırt etme zahmetine gir­mekten kaçınabilir ve “istenilen nitelikteki futbolseveri” cezalandırmayı göze alabilir mi?
Federasyonlar bu cezanın taraftarın göreceği cezadan bağımsız olarak kulüplere, yetersiz stadyum yönetimi ne­deni ile verildiğini çok anlaşılır şekilde ifade etmelidir… Bu paralelde illa süreklilik arz eden şekilde küfür bekle­meye gerek görmeden taraftarın tribünlerdeki yerleşim biçimi/biçimsizliğinden başlayarak, şiddet riski yaratan bütün olumsuzluklar için kulüplere ceza verilebilmeli­dir… Seyircisiz maç cezası sona eren kulüplerin ciddi ve sonuç odaklı taraftar projeleri üretmeyen, bunları fede­rasyon ile birlikte takip etmeyen bütün kulüpler daha da ağır cezalara hazır hale getirilmelidir.
Kaldı ki kulüplerin de şikayet ettiği “seyircisiz maç” cezaları, bir yandan da kulüp yöneticilerinin işine gelmekte, yöneticiler taraftar gruplarının talep ve baskılarının karşısına çıkarken ellerini güçlendir­mektedir.
Diğer yandan seyircisiz maç cezası hiçbir işe yarama­makta, “asıl taraftar kitlesi” televizyonlarının başlarında tezahüratsız da olsa maçı rahatlıkla izlemeye devam et­mektedir.
Kulüplere de taraftara da davranış değiştirtecek olan asıl maç cezası, “seyircisiz ve yayınsız” maç cezası ola­caktır ama doğru dürüst ve steril bir yasa bile çıkartıp, gereğince yürütülemezken bu kadar “gerçekçi” bir ceza vermeyi düşünen olur mu acaba?
02.05.2008

3 Ağustos 2012 Cuma

30 yaş yasağı üzerine bir yazı 16/05/2008


Standartlar Evrenseldir (30 yaş yasağı üzerine)
Guillermo Vargas (Habacuc) isminde bir sanatçı, geçtiğimiz yıl Nikaragua’nın Managua kentindeki Codice sanat galerisine sokaktan bulup getirdiği bir köpeği getirip bağladı, zavallıcığı aç ve susuz bırakarak herkesin gözünün önünde yavaş yavaş tükenip ölmesini bir sanat etkinliği gibi sundu…Sergiyi izleyenler her nasıl bir etki altında bilinmez, böyle bir canavarlığa hiçbir müdahalede bulunmadılar…Muhtemelen masum ve dost bir varlığın göz göre göre yok edilmesini bir sokak köpeği ve Habacuc namındaki adam arasındaki mesele olarak görmüş; bir canlının yaşama hakkını savunmaktansa sanata (!) müdahale etmemeyi, bir köpek için çok karmaşık ama bizim için çok basit olan bir düğümü çözmemeyi tercih etmişlerdi…
Dünya bunu duydu ve ayağa kalktı…Bugün facebookta bile “Natividad” ismi verilen köpek için yüz binlerce protestocunun oluşturduğu gruplar var. Habacuc ismi ise hızla insanlığa ve yaşama ihaneti simgeleyen isimlerden biri olma yolunda…
***
Futbol Federasyonu bu hafta acaip bir karar verdi: Buna göre 3. Ligde bu sezondan itibaren 30 yaş ve üzerindeki oyuncularla sözleşme imzalanmamasına, 2009-2010 sezonundan itibaren 24 yaş ve altı oyuncularla sözleşme yapılabilmesine ve ayrıca, 25-30 yaşları arasında en fazla 6 futbolcuyla sözleşme imzalanabileceğine karar verdi…
Türkiye’de bu karar üzerine yaprak bile kıpırdamaması, futbolumuzun öncelikle sosyo-kültürel bakımdan ne kadar önemli bir değişime ve en çok da korunmaya ihtiyacı olduğunu çok kesin bir şekilde gösterdi…
Her bakımdan açıkça ayrımcılık simgesi böyle bir kararı futbolun içinden hiçbir gerekçe ile açıklamak mümkün olamaz…Gerekçe oyuna ilişkin ise, bilinmedik bir yerde 30 yaşın üzerinde futbol oynamanın kanıtlarını gösteren bir çalışma yapılmış ise bu kararın bütün ligleri içermesi gerekmez miydi? Spor bilimlerinin en büyük gurur kaynağı, sporcuların aktif spor sürelerinin uzatılması iken 30 yaşından sonra 3. ligde de olsa “oynayabilen” profesyonellerin geçim haklarının ellerinden alınması inanılmaz bir müdahaledir ve federasyonun başını çok ağrıtacaktır, ağrıtmalıdır. Çünkü yalnızca kendi kararlarında liberal olan ancak başkalarının rekabet hakkını yok etmeyi düşünebilen bir anlayış, başka kararlarında da dikkatsiz ve özensiz olabilecektir…
Bazı kararlar, yöneticilerin görüşleri doğrultusunda sübjektif ölçüler taşıyabilir, hatalı stratejiler oluşturulabilir. Ancak hiçbir karar ve strateji evrensel haklar, değerler ve hukuki sınırlara aykırı olamaz!
Oysa ki Federasyonun bu kararı birçok yasaya ve en önemlisi ahlaka aykırı boyutlar içeriyor: Daha en başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 23 maddesinin ilk fıkrası “Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır” diyor…
Hasan Doğan, federasyonun 100. yılında Dünya ve Avrupa şampiyonu olacağımızı umduğunu belirtmesine rağmen, eğer İnsan Hakları beyannamesini imzalayışımızın 60 yılını yaşadığımız bugün böyle bir kararı onaylıyorsa Dünya ve Avrupa şampiyonu olmamız değil, hangi birlikte yaşama ve saygı anlayışını savunarak şampiyon olunacağı da önemlidir…
Devlet yönetiminde nasıl ki zengin ile fakir eşit haklara sahip olmalı ise, federasyon yönetiminde de kulüplerin ve futbolcuların hangi ligde olurlarsa olsunlar eşit muamele görmeleri şarttır: Yani liglerin arasında seviye ve güç farkı  vardır ama değer farkı yoktur, asıl bu konudaki çarpık düşünceler ve önyargılar yok edilmelidir.
Futbolcuların oynadıkları takımlar arasında kalite farkı varsa da futbolculara verilen lisanslar bütün liglerde birbirinin aynısıdır: En önce Federasyon yönetimi bunun farkında olmalıdır!
Bütün hukuka, profesyonellik anlayışına ve spor ruhuna aykırı olmasına karşın bu karardan beklenen faydalar da bellidir: Üst liglerdeki takımlar için daha çok sayıda ve ucuza genç futbolcu alternatifi yaratmak…Ama bunun yolu, federasyon yönetiminin futbollarını beğenmediği 30 yaş üstü futbolculardan formayı alamayan futbolsuzluktaki gençlere forma yaratmak mıdır? O zaman tüm üçüncü lig antrenörlerinin de istikrarlı olarak yetenekli gence değil yeteneksiz +30’lara forma verdiği de mi düşünülüyor?Böyle antrenörlere genç futbolcu verilse nasıl bir fayda bekleniyor? Yani bu kararın neresini tutsanız çelişkili…
Bir başka söylenti de 1. ve 2 liglerde oynayan ve gidecek yeri kalmayan +30’ların çok daha küçük paralara sözleşme imzalamalarının sağlanmasıdır. Eğer futbolcular hem köle hem de kahraman olan birer gladyatör haline getiriliyorsa, en az bir kişinin de Sezar selamı vermesi gerekir!
Kimsenin üçüncü lig kulüplerine yumurta çiftliği gibi bakma, 30 yaşını geçmiş ve hala oynayabilen futbolculara yumurtadan kesilmiş kart tavuk gibi davranma hakkı var mıdır? Üçüncü Lig bir altyapı ligi, bir hara değildir: Üçüncü lig, süper lig şampiyonu olmaya daha fazla mesafesi olan kulüplerin ligidir…
Daha çok sayıda ve kaliteli futbolcu yetiştirmenin öncelikle takip edilmesi gereken başka yolları da vardır ve o yollar sorunu büyük ölçüde çözmeye yetecektir…Ancak bu yollardan biri asla futbolu kendisine meslek seçmiş ve kendisini antrenmanlarda ve sahada kanıtlamış futbolcuların ayaklarındaki topu almak değildir: Bu zulümdür!
Hasan Doğan seçilir seçilmez yaptığı ilk konuşmada “Biz oyunun içinde bir oyuncu değiliz” demişti. Bu, bu kadar çabuk unutulacak bir söz müydü? Profesyonel kulüplerin etkinliklerine, genel bir ilke doğrultusunda değil, yalnızca bir bölümün hareket ve hakimiyet alanına tek taraflı olarak müdahale etmenin anlamı nedir? Böyle bir müdahalenin hukuki, ahlaki ve sportif dayanakları varsa eğer 3. ligdeki takımlarda 1.75’in altında futbolcu bulundurulamayacağı ve en az 5 solak oynatılacağı buyruğunu da verebilmeleri gerekirdi değil mi? Akıllarına mı gelmedi acaba?
Bu karardan etkilenecek futbolcu sayısının (alt tarafı) 250 olduğu söylenerek, kararın mini minnacık bir kesime etkisinin olduğu telkin ediliyor ki, doğru değildir: Etkilenen alan 65 takımın tüm kadro potansiyeli olan 1650’dir!
Gözden çıkartılan, futbolu bitirilen, futboldan kovulan 250, gerçek birer hayatı olan ve hiç tanımadığı birileri tarafından kendilerine kader yazılan birer insandır. Bu futbolcuların çocuklarından bir tek tanesinin gözlerinden tek bir damla yaş akacak olursa, bu futbolcuların eşlerinin bir tanesinin bile avurtları çökecek, göz altları gölgelenecek olursa, bu futbolcuların bir tanesi bile bir gün eve eli boş gittiği için kendi evine herkes uyuduktan sonra, suçlu gibi girecek olursa bir federasyon daha başarısız olamaz.
Federasyon yönetiminde +30’lara saygı duyan ve yanlarında olan kimse yoksa, bu kararın haklılığını +30’ların  çocuklarına, gözlerine bakarak açıklayabilecek cesarette veya taş kalplilikte birilerinin olması gerekir…
Riskleri başkalarının üzerine yıkarak yönetmek, kötü yönetimdir; kötü yönetim ise hayatın her alanında şiddettir: Böyle bir şiddete en kolay verilen cevap yoksun bırakılmış çocukların gözleridir…Bu karar derhal geri alınmalıdır çünkü böyle uyduruk ve bir şekilde bir zaman mutlaka ortadan kalkacak bir karar için çocukların gözlerine bakmamayı kimse göze almamalıdır…
Federasyonda hiç mi SWOT analizi bilen biri yok? Bu kararın haksızlıkla elde edilen faydalarının dışındaki olumsuz boyutlarını da değerlendirecek teknik yaklaşım yoksa federasyonun dünya şampiyonluğu planı değil, şampiyonluk hayali olur ancak…
+30’ların bir üst lige kapağı atmak veya geleceğini kurtarmak için doping de dahil “her yolu” deneyeceği açık değil midir? Federasyonun kararları olumsuzlukları mı teşvik etmelidir?
Federasyon bu kararını geri almadığı taktirde şike ve teşvik primleri ile de mücadelede kendi bacağına ateş etmiş olacaktır…
Hasan Doğan öncelikli hedeflerinin “güven ve adalet duygusu” yaratmak olduğunu söylememiş miydi? Bu karardan sonra hangi futbolcu federasyona güvenir, iyice ümitsizler ve bilinçsizler dışında hangi zeki çocuk geleceğinin karanlık olduğu ve tepeden inme kararlarla hayatına müdahale edilen bir alanın emekçisi olmayı tercih eder?
Hukuk mutlaka Federasyonun karşısına çıkmayacak mıdır? Eğer tahkim bu kararı bozmazsa bu işin UEFA’lara, FİFA’lara hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar gideceği, Federasyonun çatır çatır tazminatlar ödeyeceği kimsenin aklına gelmez mi?
Sözde sanat adına vahşet sergilenirken güzelim Natividad’ın aç ve susuz ölümüne tepki göstermeyenler gibi, futbolcuların örgütleri sus pus oturabilirler, böyle bir konuda ses çıkartacak olan medya mensupları ya federasyonun maaşlı veya gönüllü yandaşları olabilirler ama Avrupalı futbolcu birlikleri bu kararı duyduklarında sessiz kalmayabileceklerdir…
O zaman turkuaz forma ile “imaj” yapmaya çalışırken en basit insan haklarını göz göre göre çiğneyen bir federasyon olarak markalaşmanın sorumlusu kim olacak?
10 yılı geçmiş olmasına rağmen hala yaygınlaştırılamayan ve hep 5 yıl sonraya ertelenen Avrupa kulüp lisansının esaslarından biri de ( İngilizce metinde ‘zorundadır’ hükmü varken Türkçe’ye ‘yapılabilir’ diye çevrilen) altyapıdan itibaren futbolcu adaylarına ciddi bir meslek eğitim verilmesini öngörür. Federasyon bu hükmü uygulanır hale getirmeden ve tüm futbolcular bu meslek eğitimini almadan +30’lara futbol yasağı getirmemelidir…
En önemlisi, bu karar geri alınsa bile Federasyonun plan-proje geliştirmekteki yeterliliği ve uzmanlık yaklaşımı artık sorgulanacaktır ve bundan böyle hep çok düzgün işler yapmak zorunlu hale gelmiştir…
Atak veya girişken olmakla, saldırganca iş yapmak arasındaki fark çok iyice düşünülmelidir.
Bir yorumunda Türkiye’deki yabancı futbolcu sayısının çokluğunun “vahşi kapitalizmin eseri” olduğunu söyleyen Hasan Doğan, görülüyor ki vahşi kapitalizme karşı gerçekten de dikkatli olmalıdır…
(16.5.2008)